Genel

HOLLANDA’NIN ÖYKÜSÜ

Baltık denizlerinde yaşayan balık, Ringa balığı (Herring), Hollanda’nın kaderini değiştirdi dersek çok mu iddialı olur.

Avrupa’da mini buzul döneminin sona ermesiyle bataklıklar canlandı, kurutuldu ve 12.-14.yy arasında yerleşimler yoğunlaştı. Büyük bir kısmı deniz seviyesinin altında kurulan Hollanda ve Baltık kıyılarındaki yerleşimlerde, halkların ¼’ü balıkçılıktan beslenmekte ve Ringa balığı onlar için önemliydi. Bu nedenle Hollanda ile İskoçya arasında üç defa savaş çıkmıştı. Yılda 10.000 ton civarında tutulup satılan Ringa balığın ticaretini güçleştiren en büyük neden nakliyesi sırasında bozulmasıydı. Birgün Hollandalı bir balıkçı eline aldığı bir çakı ile Ringa’nın karnını ve kafasını temizledi ve içine tuz basmayı akıl etti.

Böylece temizlenip tuzlanarak fıçılara basılan Ringa balığı Hollanda’nın en önemli ticari kaynaklarından birincisi olacaktı. Baltık ülkelerinden Afrika kıyılarına kadar her yerde ticaretine başlanan Ringa balığı sayesinde Hollanda geliri artmaya başladı. Ayrıca, kuzeybatı Avrupa’da yerleşen ve iki büyük nehirle denize bağlanan Hollanda, coğrafyasının da katkısıyla denizciliğini ve gemiciliğini büyüttü; gemicilerinin kuzey-güney doğrultusunda tüm bölgenin nakliyecileri ve ticari merkezi olmalarına imkan verdi. Büyük ve çok sayıda nakliye gemileri, ticari depolar ve nakliye şirketleri yarattılar. Bunlar İspanya ve Portekiz’den aldıkları baharat ve malları Avrupa’da pazarlıyor; İskandinavya’dan satın aldıkları kereste, hammadde, tahıl, demir gibi malları da onlara satıyordu. Bu ülkelerin mümessilliklerinden, nakliye ve ticaret işlemlerinden müthiş bir zenginlik kazanılıyordu.

Hollanda, kendisine en yakını ve en büyük rakibi İngiltere’yi geçmişti. Gemi tasarımındaki üstünlükle Hollanda gemileri dar güverteli, fakat geniş karınlı yapılıyor, böylece daha fazla yük taşınabiliyor ve daha az vergi ödeniyordu. (İskandinavya gemi taşımacılığında vergi güverte büyüklüğüyle belirlenirdi). Daha da önemlisi, akıllı Hollandalılar büyük bir risk alarak ticari gemilerdeki silahlarını filodaki koruyucu gemilerine taşımış ve böylece ticari gemilerinde daha da büyük hacim yaratmışlardı. Bu sayede navlun giderleri İngiltere’ye göre çok aşağılara düşmüş ve Hollanda müthiş bir rekabet gücü kazanmıştı.

Hollanda’yı en büyük yapan; onların sözünde durmaları, çok güvenilir ve işbitirici olmaları (bu kültür orada yerleşti ve bugünlere kadar geldi), herkesin malını taşımaları ve işlerini yapmaktaki mükemmellikleriydi. Bu sayede 16.yüzyılda denizlere hakim olmuş, gemilerinin sayısı İngiltere’nin, Fransa’nın ve İskoçya’nın toplamından daha fazla bir büyüklüğe ulaşmıştı.

Ticaretle zenginleşen Hollanda kentleri bağımsız ve ticari özgürlüklere sahipti. Tüccarlar ve halk, kentlerini vergi ödedikleri soylulardan satın aldılar ve onlara bir daha da ödemediler. Kentliler kendi yasalarını belirliyor ve kendilerini yönetiyordu. Kolluk gücü olmayan Hollandalı için tek ve önemli olan ticaret yapmak ve çok para kazanmaktı.

Fakat; 1543’de İspanya kralı evlilik mirası olarak Hollanda’yı ele geçirip onun egemeni oldu. Sadece paraya ve ticarete önem veren Hollandalılar bu durumu kabullendiler önce, ama çok vergi alınmasından rahatsız olunca itiraz etmeye başladılar. Pazarlıkla vergileri taksitlere bağlayan Hollandalılar daha sonra İspanya’nın Fransa ile giriştiği savaşta gücünü kaybetmesinden faydalanarak onları kovmayı başardılar. Karada savaşmayı bilmeyen Hollanda burjuvazisi, İspanyollarla savaşmaları için paralı askerler tutmuş, 150.000 insanın ölmesi, ortak bir yönetim kurma ve güvenlik sağlama ihtiyacının önemli ve zorunlu olduğunu göstermişti. O güne kadar savaşı önemsemeyen Hollandalılar bu nedenle İngiltere kraliçesi I.Elizabeth’i kraliçe olarak davet ettiler ve kendilerini korumalarını istediler. Fakat karşılığında Kraliçe’nin talep etttiği büyük vergilerden rahatsız oldukları için bundan vazgeçtiler ve onu geri çevirdiler.
Başımızın çaresine bakmalıyız diyen kentler, 1581’de bir araya gelerek ‘bir kralımız olsun ama çok güçlü olmasın’dan yola çıkıp gevşek krallık halinde bir Cumhuriyet kurdular. Yönetimde etkili ve çok güçlü söz sahibi olmayan bir düzen kurdular, ancak kentler bağımsızlıklarını korudular. Orange ailesi yedi bağımsız şehrin kralı olmuştu.

Bu arada kovulan İspanyolların bütün limanlarını Hollanda gemilerine yasaklaması üzerine kuzey denizinde pazarlarını kaybetmeye başlayan Hollanda’nın can damarları kesilmişti. Hırslı ve gözü kara tüccarlar bunun üzerine okyanuslara açılmaya karar verdiler ve yeni durum onlar için büyük bir fırsata dönüştü.
Yeni fikirlere ve diyaloga açık, inisiyatif sahibi insanları ile banka ve ticaret burjuvazisi sayesinde öne çıkan Hollanda ilk olarak; Portekiz’in kazançlı Hindistan ticaretinden pay almak üzere 1595-1601 arasında en az on beş deniz seferi düzenledi; bu arada Van Neck çeşitli antlaşmalarla döndü. Bunun üzerine Hollandalılar 1602’de, dağınık, düzensiz ve çeşitli kayıplara malolan ticaretlerini tek elden yürütmek için büyük hissedarları Amsterdam tüccarları olan Doğu Hind Adaları Kumpanyası’nı (VOC) kurdular, daha sonra da bölgenin tüm ticaretini tekeline alarak Fransızlara ve Portekizlilere yasakladılar. Kumpanya, Kral adına yetki kullanıyor, yerlilerle anlaşmalar, savaş, barış yapıyor, vali tayin ediyor, ceza ve yargı yekisi kullanabiliyordu. Her yıl Avrupa’ya 12 milyon mal taşıyan şirketin hisse senedi 1670’de 3.000 Florinden, 18.000 Florine yükselmişti.

VOC şirketi öyle güven vermişti ki, hissedarlar (çoğu sıradan insanlar) 10 yıl süre ile kar dağıtılmamasını bile kabul etmişlerdi. Bu da başka bir fırsat yarattı, hisse senetlerinin, tahvillerin alınıp satıldığı, Dünyanın ilk Borsa’sı ortaya çıktı. Şirket hisselerinin alımı ve satımı ile oluşan bu ticaret ağı pek çok büyük Avrupa şehrinde borsaların oluşmasını sağladı. Böylece Hollandalılar, Dünya’da geleceğin alınıp satılabileceği yeni bir parasal dönemi ve ekonomik hacmin katlanarak büyümesini başlatmışlardı. VOC şirketi; hisse satışından elde ettiği gelirlerle, gemiler inşa edip Asya’ya yolladı. Çin, Hindistan ve Endonezya ürünlerinin ticaretinde kullanarak, rakipleriyle ve korsanlarla olan savaşlarını ve nihayet Endonezya’nın fethini finansetti. Hollanda’nın koloni eyaleti Java’da nüfus 1750’de 80.000’den 1811’de 18.000’e düşmüştü ama her yıl Java’dan 640.000 altın sağlanıyordu.

İkinci olarak 1609’da, parasal karmaşadan sorumlu tuttukları sarrafları yasaklayıp kambiyo işlerini eline alan Amsterdam Bankası’nı kurdular. Böylece İngiltere’den 100 yıl daha önce ilk bankayı onlar kurmuştu. Değeri çok yüksek, son derece güvenli olan bu banka giderek dünyanın çeşitli yerlerindeki 15.000 şubesi ile kredi bankasına dönüştü. Savaş dönemi bile devletlere ve özel bankalara kredi veriyordu.

Üçüncü olarak güçlü bir donanma oluşturdular. Çok sağlam ve silah donanımlı gemileri limanlara kolayca yanaşabiliyor, 10 tondan 900 tona değişik ağırlıkta yükler taşıyorlardı. Bu gemilerde yabancı işçileri çok ucuza çalıştıran Hollandalılar 1619-63 arasında tüm Uzakdoğu yoluna egemendi.
VOC Hint okyanusunda faaliyetteyken, WIC (Dutsch West Indies Company) Atlantik’i yağmalıyordu. 1626’da Amerika’da Hudson nehri ağzında Yeni Amsterdam’ı kurdular. Fakat yerliler ile İngilizlerin tehdidinde ve tacizinde olan bu koloniyi, Brezilya’daki düzenlerini 1653’de çökünce İngilizlere satmak zorunda kaldılar. New Amsterdam, New York olmuştu. WIC tarafından yaptırılan savunma duvarlarının kalıntıları, bugün dünyanın en ünlü caddesidir: Wall Street.

Yeni Zelanda’yı kuran Hollandalılar, aynı dönemde Güney-Doğu Asya, Güney ve Batı Afrika’da, Japonya’da, Endonezya ve Brezilya’da ticari hükümdarlıklarını da kurdular. 1656’da Çin’e giden heyet büyük bir itibarla kabul edildi ve kendilerinin aşağılanmasına rağmen önünde yerlerde süründükleri İmparator onlara büyük ayrıcalıklar verdi.

Hollanda Uzakdoğu’dan Karabiber ve Baharat ayrıca başka yiyecek ve giyecek getirerek çoğunlukla savaş yıllarında bile İspanya’ya satıyor böylece İspanya’ya akan Amerikan altın ve gümüşün yarısı onların eline geçiyordu. Java’da başlatılan şeker kamışı üretimi, Afrika ve Kuzey Avrupa ticaretini de artırmıştı. Kendi alanlarını rakiplerine yasaklarken kendileri dünyanın her yerinde özgürce ticaret yapıyordu.

Ticarette bir güç olmanın yanısıra artan üretimle; Haarlem’de yün, bez, iplik, ipek, boyama ve dokumalar, Amsterdam’da elmas işleme, şeker, tuz, bira yapımı, kakao hazırlama, Rotterdam’da optik, cam işleme, civa işleri, mikroskop, duvar saati, denizcilik araçları ve harita yapılıyor, her dilde kitap basılıyordu.
Hollanda’ya egemen olan güçlü burjuvazi; ticaret yapıyor, endüstriyi geliştiriyor, şirketler yönetiyor, sömürgeler idare ediyor, üniversitelere nezaret ediyor, Amsterdam’ı büyük bir finans merkezi haline getiriyor ve Amerika sahillerine kadar uzanıyordu. Kredi borçlarını zamanında ve tam olarak ödeyen Hollanda’da ülkenin hukuk sistemi bağımsız ve bireysel haklar, özellikle de mülkiyet hakları çok sıkı korunuyordu. İspanya’da mahkemeler kralın emrindeyken, Hollanda’da ayrı bir devlet organı, ülkedeki burjuvaziden bağımsızdı. Sermaye; bireyi ve birey mülkiyetini koruyamayan, garanti edemeyen ülkelerden uzak-laşarak hukukun üstünlüğünü, birey mülkiyetini el üstünde tutan bu ülkeye akıyordu.

Zenginlik halka yansıyor, güzel evlerde mutlu yaşam başlıyor, halk sanata ve sanatçıya önem veriyor, tüccarların, bankerlerin para yatırdığı tabloları onlar da satınalabiliyordu. Bu dönemde Rembrandt gibi sanatçılar çıktı. Muhteşem bir belediye binası yaptılar. Protestanlığı benimseyen Hollanda’nın kiliseleri de Katolikler’den farklı olarak daha mütevazı ve gösterişten uzaktı, kilisede organ ile müzik yapılırdı.

Daha sonra 1688’de, Kraliçe Mary ile evlenen III.William; İngiltere parlementosunun davetiyle onların dinini ve mülkünü korumak üzere, 20.000 askerle Ingiltere’ye giderek yönetime geçecek, böylece İngiltere ile akrabalık kurulacaktı.

Fakat zamanla; İngiliz kapitalizminin yükselişi, Fransız korumacılığının artması, İngiltere ile savaş, nihayet Fransa ve İspanya mirasını paylaşma savaşları, 17.yüzyıl ikinci yarısında sömürge malı fiyatlarının büyük oranda düşüşü, herbiri pahada ağır mallarla ve gümüş paralarla yüklü çok sayıda gemilerinin Pasifik’in azgın tayfunlarında batması gibi nedenleriyle zayıflayan, borçlanmak zorunda kalan; 17.yüzyılın üstün gücü Hollanda hakim durumunu kaybedecekti. 18.yüzyıldan itibaren düşmeye başlayan Hollanda’nın yerini İngiltere alıyordu.

Bugün monarşik bir gevşek krallık ile yönetilen Hollanda halen çok gelişmiş Gemicilik Sanayi ve Bankacılık sistemine sahiptir. Tarımda, ABD’den sonra ikinci sırada yer alan, petrol kaynakları olan, kendi topraklarından başka Karayipler’de üç adası bulunan Hollanda, halen dünyanın en güçlü ülkelerinden biridir.

Süleyman A.Doğan, Kendime Makaleler, 04.23, İstanbul