RUSYA–SSCB–RUSYA ÖYKÜSÜ
Kuzeyde Kuzey Buz Denizi’nden güneyde Karadeniz’e, doğuda Büyük Okyanus’tan batıda Baltık Denizi’ne uzanan ve yüzölçümü bakımından dünyanın en büyük ve geniş topraklarına sahip Rusya, geleneksel ve güçlü orduları ile tarihte yıllarca önemli bir rol oynadı. Her yıl ekim ayında başlayan kış altı ay sürüyor, kendi içlerine kapanmış dünyada ne olup bittiğinin farkında olmadan yaşıyorlardı.18.yüzyıldanberi en büyük olma yolundalar.
Büyük Britanya sanayi devrimi etkilerini yaşarken Fransa’da XIV.Louis yenilikler yapıyor, oysa Rusya tarıma dayalı bir ülke, ticaret ile birkaç küçük sanayi de yabancıların elindeydi. Eğitim, Ortodoks Kilisesinin kontrolünde ve Moskova halkının sadece yüzde 3’ü okur yazardı. 1472’de Moskova Arşidükü, son Bizans prensesi ile evlenmiş ve kendilerini III.Roma olarak görüyorlardı. IV.İvan Bizans’ın simgesi çift kartallı başlığını takarak kendisini I.Çar ilan etti. 16.yüzyıldan itibaren Ortodoks Kilisesi Çar’ın tanrı tarafından insanlara yol göstermek üzere yaratıldığına inanır.
1672’de başa geçen II.Çar Büyük Petro, ülkesinin zavallı durumundan çok rahatsız ve kurtulmasını istiyor, Batı’da ne varsa onun en kısa zamanda Rusya’da olması gereğine inanıyordu. Ülkesinden habersiz, bir grup öğrenci ile 1697’de Hollanda’ya giderek, o dönemin en büyük gemicilik merkezi Zaandam’daki tersanelerde ustalık yaptı. Kendini çavuş olarak tanıtan Petro, iki metreden fazla boyu ile herkesin ilgisini çekiyor, çok becerikli ve çok çalışkan olduğu için kendisine harika işçi deniliyordu. Gemi teknolojisini tüm detayları ile öğrenecekti. Ayrıca
herşeye ilgisi vardı; müzik, kültür, mimari yenilikler, işler bir an bile boş durmuyordu. Oradan Prusya, İsviçre, Avusturya, Venedik, Londra’ya gitti. Bir yıl boyunca buraları incelemiş gördükleri onu çok etkilemişti. Çok gerilerde kaldıklarına, bilgi ve teknolojiye acele ihtiyaç olduğuna inanıyordu.
1698’deki Moskova isyanını Venedik’teyken öğrenip hemen dönmüş ve isyanı bastırmıştı. Fakat Rusya’da halk büyük bir rahatsızlık içinde, onun kendilerini bırakıp gitmesinden rahatsız olmuştu. Zira Petro, geleneğe karşı çıkarak Avrupa’ya gitmişti. Hemen reformlara girişen Petro ilk olarak geleneksel takvimi miladiye çevirdi, erkeklerde uzun sakalı yasakladı ve Batı tarzı giyim kuşam tarzını getirdi. Ülkeyi yenileyecek yeni ve kalıcı kurumlar oluşturmaya yöneldi.
Avrupa ile doğrudan bağlantı sağlamak isteyen Petro İsveç’e karşı savaş açmıştı, ama Çar’ın ordusu İsveç’in on katı büyüklükte olmasına rağmen teknolojik olarak çok geri kalmış olduğu için yenilmişti. Bunun üzerine Rus ordusu dağıtılacak ve ilk olarak Avrupa’da ne varsa o örnek alınarak çağın gereklerine uygun bir ordu yeniden yapılandırılacak ve düzenlenecekti. Petro, sıfırdan yarattığı bir donanmayı Kuzey Buz Denizi’nde bir güç haline getirdi. Ardından Urallarda çok sayıda fabrikalar kurdu. Binlerce adamını Avrupa’ya eğitime gönderdi. Avrupa’yı örnek alarak matematik, mühendislik, topculuk öğrenmek üzere bir eğitim sistemini kurdu.
1709’da, bu defa İsveç’i yenmiş, Kral Demirbaş Carl, yüz kişi ile kaçarak Osmanlı’ya sığınmıştı. Adeta ülke yeniden doğmuş, o güne kadar bilinmeyen Rusya İsveç’in yerini almıştı. Bilimler Akademisi, devlette aristokrasiyi etkisizleştiren liyakat sitemi, Kilisede Patriklik sistemi yerine Kutsal Sinodluk gibi birçok değişiklik ile sıcak denizlere inme politikalarına kadar çok sayıda yeniliğe imza atmıştı.
Baltık Denizi’nin Neva kıyısındaki San Petersburg’u kurarken; Petro şehir planını ve binaların projelerini Hollandalı ve İtalyan mimarlara yaptırdı, hatta onların bir kısmını kaçırtarak buraya getirdi. Kendisi de bizzat inşaatları yönetti. O devirde ülkenin başka yerlerinde taş bina yapımını yasaklamış, tüm taşların buraya getirilmesini sağlamıştı. Bugün hayranlıkla seyredilen ve gezilen bu güzel şehirdeki üstün mimarlık ve itina Petro’nun izlerini taşımaktadır. Avrupa’ya daha yakın olduğu ve şehirde Batı tarzı giyinen, onlar gibi konuşan insanlar yaşadığı için Petro 1713’de, başkenti Moskova’dan San Petersburg’a taşıdı. Rusya İmparatorluğu’nun başlangıçı 1721’dir.
Çok çalışkan, Çavuşluktan kendi gayretleri ile yükselen ve hiçbir zaman Oramiral maaşından başka para almayan Petro; hayatını Rusya’ya ve reformlarına adamıştı. Ne var ki, tüm bunları yaparken halkını çok ezen ve yıpratan Petro’nun hızına kimse erişemez ve uyum gösteremezdi. Sonunda 1716’da, oğlu ile yanındakiler onu yalnız bırakacak ve ona karşı çıkacaklardı. İktidara geldiğinde önemsiz bir ülke olan Rusya’yı bir Avrupa gücü yapan Büyük Petro 1725’de öldü. Ruh durumu bozulmuş, gelişmişlikle gelenek arasında bocalayan bir ulus bırakmıştı ardında, zira hiçbir ülke geçmişi ile irtibatını kesmek istemezdi. Ölümünden sonra başa geçenler halkın isteklerine boyun eğdi, yasalar ve reformlar iptal edilip eskiye dönüldü, Moskova tekrar Başkent oldu. Otuz yedi yıl boyunca Petro’dan sonra gelen altı Çar’dan hiçbiri onun gibi bir yenilik yapamadı.
1762’de 33 yaşındaki bir Alman, II.Katerina başa geçmiş, aydınlanmanın etkisinde; Voltaire, Diderot ve Montesquie’ya hayran, Batı’ya özeniyordu. O da Petro’nun izinden gideceğini ilan etti. Doğal bir yapısı vardı, 15 yaşında gelin olarak geldiği bu ülkede mükemmel Rusca öğrenmiş, Rus gibi yaşıyor, Ortodoks olmuş, halkın kalbini kazanmıştı.
Onlara bir anne imajı çizecekti. Rusya ile kadın edebiyatını ve kadın yazarları o başlatmıştı. Kaynakların önemli bir kısmını eğitime ayırdı. San Petersburg’da ilk defa kadınların da alındığı bir üniversite kurdu. Kadınlara eğitim verdiriyor, ilk önce annelerin eğitilmesine inanıyordu. 1775’de tüm büyük şehirlerde üniversiteler kurmuş, buralardan 20.000 öğrenci mezun olmuştu.
Katerina 1767’de, Avrupa hukukunu Rusya’ya taşıyıp eşitlik, özgürlük ve kardeşlik bazında yeni bir yasa yapmaya girişti. Ülkenin heryerinden Kremlin’e 564 delege çağırılmış, ama iş uzayınca serfliğe takılmışlardı. Ailesiyle birlikte alınıp satılabilen serflerin eşit statüye kavuşturulması asla istenmiyordu. Petro zamanında insan gücü sınırlı ve sadece 16 milyon nüfusları vardı, onlar da toprağa bakamıyorlardı. O nüfusu toprağa bağlamak için serflik mutlak gerekliydi, yoksa kaçıyorlardı. Heyet karara varamadan dağılmıştı ve Katerina da toprak düzenini değiştirememişti, zira serfliği kaldırmak olanaksızdı. Gelenekle modern yaşam tarzı arasındaki bu çatışmada Katerina tahtını bırakamazdı, o da vazgeçti. Daha çok insan serfleştirildi, soylulara özgürlük verildi. Onun yerine dışarıya yayılmayı tercih ederek Osmanlı topraklarını alma arzusuyla Karadeniz’e açıldı, Alaska’yı Rusya’ya kattı. 34 yıl boyunca imparatorluk üç kıtaya yayılacak ve o Büyük Katerina olacaktı.
1814’de Rusya, Napolyon ordularını çok defalar bozguna uğratarak Avrupa’yı büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştı. 1800’lere gelince toprakları kuzeyde Kuzey Buz Denizi’nden güneyde Karadeniz’e, doğuda Büyük Okyanus’tan batıda Baltık Denizi’ne kadar uzanan Rusya dünyanın en geniş ülkesi olmuştu. Ama Büyük Britanya 19.yüzyıl ortalarında müthiş bir gelişmeyle sanayileşirken, Rusya’da hala serflik çözülememiş ve ilerleme sağlanamamıştı. İngiltere’nin ve Fransa’nın silah sanayii ve
topçuluk teknolojisinden çok gerilerde, donanmaları çok yetersizdi. Düzgün zırhlıları ve topları olmadığı için Kırım Savaşı’nı kaybettiler.
1815 Viyana Kongresi ile Avrupa’ya ve Dünya’ya yeni bir statü getirilmiş, yanı sıra buna göre güçler dengesi kurulmuştu. Kırım Savaşı’nda (1853-56) bu dengelerin Rusya lehine değişmesini engellemek amacıyla Avrupa Devletleri Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Ruslara karşı savaşmıştır. Bundan sonra yenilgiye uğrayan Ruslar, etkisi 1917 Ekim Devrimi’ne kadar sürecek bir dizi siyasi ve ekonomik dalgalanmalar yaşayacaktır.
Savaşa katılan Tolstoy, Avrupa’nın yolunu tutarak orada bizzat yaşamış ve onlardan ne kadar geride kaldıklarını bizzat görmüş, Rusya’nın bu durumunu ve buna neden olan serfliği yüksek sesle dillendirmeye başlamıştı. Nihayet eleştirilen bu serflik 1860’da yıkılıp endüstri için gerekli güç kaynağı olarak ortaya çıkacaktı. Herşeyin değişmesi için böylece düğmeye basılmıştı. Tolstoy, Avrupa’nın Büyük Britanya’yı yakalamaya çalıştığını, oradaki gelişmenin hızla arttığını, fakat sınıflar arasındaki çatışmanın da giderek büyüdüğünü, neticede kapitalizmin insanlara tam özgürlük vermediğini, insanların hala baskı altında olduğu çelişkisini de görmüştü. Aydınlar ve toprak sahipleri ve herkes Rusya için en uygun nedir, arayışı içindeydi. Slav ekolü eski Rusya iyi, sakin ve uyumluydu, Petro bunu bozdu, ülkeyi parçaladı derken, diğerleri Batı’nın tamamen örnek alınmasını, eğitim ve yaşam tarzını kökünden değiştirmeyi istiyordu. Yazar Belinsky ve bazıları sosyalizm diyordu, kimi de Çar’a suikast hazırlığındaydı. Yani 20.yüzyıla girerken Rusya’da kafalar karışıktı.
20.yüzyılın başlarında, İmparatorluğun ekonomik yapısı geniş ölçüde köylü ve sayıca daha az ama etkili bir işçi sınıfına dayanmaktaydı. Sanayileşme yetersizdi ve üretim büyük ölçüde tarıma dayalıydı. Şehirleşme 2-3 şehir dışında son derece az ve nüfusun büyük çoğunluğu
taşrada yaşamaktaydı. 1905 ve ardından 1917 Devrimleri, Rusya’nın bu ekonomik ve siyasi yapısından kaynaklanmıştı. Rusya 19.yüzyılda temelde dört hedef doğrultusunda siyasetini yapmaktaydı: 1) Batısında Panslavizm politikasıyla Balkanlarda ve Doğu Avrupa’da hâkimiyeti sağlayarak Slav kökenli halkların kontrolünü ele geçirmek, 2) Güneyde Osmanlı İmparatorluğu (Boğazlar ve Doğu Anadolu) ve İran (Petrol alanları) üstünde hâkimiyetini sağlamak, 3) Orta Asya’nın büyük bir bölümününde hâkimiyeti devam ettirmek, 4) Doğuda Japonya-Rusya-İngiltere-ABD arasındaki güç dengesini kaybetmemek.
1904’de Japon-Rus Savaşı’nda büyük yenilgiye uğrayan Rusya, İngiliz-Rus sömürge anlaşmasını imzalamak zorunda kalmış, Batıda Almanya İmparatorluğu’nun Pan-Cermenizm politikası, Güneyde Osmanlı İmparatorluğu ile yüz yılı aşkın süren savaşlar, Pasifik’te İngiltere’ye karşı ABD ile yardımlaşma gibi stratejiler nedeniyle Rusya, İtilaf Devletleri safında yer almıştır.
1905’de Japonya karşısında bozguna uğrayan Rusya’da, Çarlık büyük bir darbe aldı. Kapitalist devrim yaşanmış, Duma meclisi kurulmuş ve Çar, reformları takip edecek bir başbakanı bile atayamamıştı. Fakat değişim umut verici bulunmuyordu. Tolstoy Başbakana gönderdiği mektupta özel mülkiyetin kaldırılmasını istiyor, köylüler için özel mülkiyet olmasın, herkes ortak yaşasın, diyordu. Çar iki yıl sonra Duma’yı dağıtıp reformları askıya aldı. Bu arada serflere özgürlük veren ve birçok reformlara öncülük eden Rus Çarı II.Alexander bir suikastçı tarafından öldürüldü.
Zürih’de sürgünde yaşamakta olan Lenin; iktidarın parlamenter yolla alınması gerektiğine inanan bütün Avrupalı sosyalistlerin aksine ısrarla devrim savunuyordu. Ocak 1905’de 140.000 işçi silahsız olarak, kışlık saraya yürümüş ve ülkeyi demir yumrukla yöneten III.Alexander
üzerlerine ateş açtırmış binlercesi ölmüştü. Lenin bu olaydan kendisini ve bolşevikleri sorumlu tutuyordu. Fakat devrimin ilk kıvılcımı böylece ateşlenmişti.
1914’de Birinci Dünya Savaşı çıkmış, Doğu Prusya’ya giren Ruslar Tannenberg’de Almanlar karşısındaki büyük bir bozgunla 120.000 askerini bırakıp geri çekilecekti. 1916’da vurucu gücünü yitiren Rusya çökmek üzereydi. Demode Rus ordusu dökülüyor, orduya güven kaybolmuş, cephelerde askerler bırakıp kaçıyor ve yenilmeler devam ediyordu. Toplumun baskısıyla Çar II.Nikolay görevini bıraktı. Geçici bir hükümet Rusya’yı idare ediyordu ve iktidar boşluğu doğmuştu. Böylece Lenin, Almanların yardımı ile ve savaştan çekilme koşuluyla, acele Zürih’ten Rusya’ya dönerek 1917 Ekim devrimini yapıyordu, ama Bolşevikler ile Menşevikler arasındaki iç savaş da başlıyordu.
Rusya’da toplumsal uzlaşmaya yatkın bir ulus yapısı vardır. Yaşam tarzları bireysel değil, biraraya gelirlerse güçlü olacaklarına inanırlar, bu nedenle onlar için güçlü liderin varlığı çok önemlidir. Buna ihtiyaç duyar ve herkes kendi kahramanını seçer.
Marx, sosyalizmin Avrupa’da gelişmiş ülkelerde olacağını, işçi sınıfı önderliğinde yapılacak bir devrimin ilk olarak İngiltere, Amerika gibi sanayileşmiş ülkelerde yaşanabileceğini söylemişti. Rusya’da şartlar buna uygun değildi, ama Lenin öyle düşünmüyor, eğer Çar’lık 130.000 toprak sahibine dayanıp bunca zaman idare ettiyse, sosyalizm de bu kadar taraftarı ile başta kalabilirdi. Ülke çökmüş ve güçlü bir yönetim gerekiyordu, bunu da Lenin Bolşeviklerle yakalamış, daha kararlı ve güvenliydiler. Halkın iktidarıyla sömürü olmayacak, herkes eşit olacak inancındalardı. Kasım 1917’de ilk olarak toprak kararnamesi çıkarıldı, Kilise ve toprak ağalarının arazilerine el konuldu ve 150 milyon hektar arazi
köylülere dağıtıldı. Bu arada Troçki, işçiler ve köylülerden oluşan ‘Kızıl Ordu’yu yaratacaktı.
Savaşa karşı Lenin hükümeti hemen Avrupalı devletler ve komşularıyla barış anlaşmalarına girişti. Fakat bu devletlerin istediği büyük miktar-larda toprağın kaybına Rus komunistleri karşı çıkıyordu. Yeni Sovyet hükümeti, barış anlaşmalarını kendi içinde görüştükten sonra toprak kaybetmeyi savaşa tercih etti. Böylece Brest-Litovsk anlaşmasıyla; Alman imparatorluğuna Baltık ülkeleri, Polonya, Belarus, Ukrayna ve Finlandiya; Osmanlı Devletine de Kars, Ardahan, Batum ve Artvin verilecekti.
Bolşevikler sanayilerini devletleştirmeye hemen girişemediler. Dünya Savaşı, Rusya ekonomisini perişan etmiş, kömür, yakıt, şeker üretimi savaş öncesine göre üçte bir düzeyine inerken, metal ve demir çelik üretimi ise neredeyse durmuştu. Demiryolları harap olmuş, köprüler havaya uçtuğundan, ulaşımda büyük güçlük yaşanıyordu. İktidar hemen sonrası Rusya korkunç bir kış yaşadığı Petrograd’da ekmek tayını günde 50 grama düşmüştü. Birçok işçi aç kaldıklarından ya da kırsalda yaşamak görece daha rahat olduğundan şehri terk etmiş, fabrikalar atıl hale gelmişti.
1921’de yaşanan kötü hasatla kıtlık olunca çiftçilerin hasat fazlasını ödeme yapmadan toplamışlar, halk bundan çok rahatsız olmuştu ve büyük tepki göstermişti, kendi adamları bile çiftcileri destekliyordu. Nihayet iç savaşın galibi Bolşevikler 1922’de 15 devlet’in katılımıyla Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kuracak, sonrasında şartlar düzelip tahıl ihracatına başlanacaktı.Lenin ağır sanayiye öncelik vermiş, yanı sıra köylerde Kolhoz (kooperatif) sisteminini kuracak, Birinci Beş Yıllık Kalkınma döneminde 15 milyon köylü (toplamın yüzde 61.5’i) birleşerek 210.000 kolhozu oluşturacaktı. Daha sonraki yıllarda verimli
toprakların yüzde 99’ı birleşecek ve kolhoz sayısı 18.5 milyona çıkacaktı. Birinci ve İkinci Kalkınma Dönemlerinde 8 milyon kadın ve erkeğe de okuma yazma öğretilecekti.
Artık işler yoluna girmiş, yeni iktisat programları benimsenmiş, şimdi rejimin güçlenmesi insanların daha iyi yaşaması lazımdı. Kararları kendi deneylerimizden çıkararak bulmalıyız diyordu, İlk olarak hasat fazlasına el koyma yerine satınalma yöntemi benimsenerek çiftcilere imtiyaz verildi. Piyasa kendi koşullarını oluşturmalıydı. Aslında tam kapitalizm değildi bu, sadece küçük işletmelerle ilgiliydi ve ekonomiyi canlandırmayı hedefliyordu. Tarım ürünleri sanayi ürünleri ile trampa edilmeli görüşüne, para kullanmaya alışmış çiftçiler karşı çıkıyor, takastan hoşlanmıyorlardı. Zira sanayi ürünlerinin geri dönüşü çok uzun sürüyordu. Bunun üzerine serbest ticaret ve bankacılığın yeniden kurulacağını duyurdular.
Sovyetler Birliği o sırada dünyada öcü gibi görülüyor, dünya onları tanımıyordu. Yatırımcılar bu ülkeden kaçmışlar, gelmiyorlar, yabancı teknoloji alınamıyor, gidip görülemiyordu. İzole edilmiş gibiydiler. Sibirya madenleri ve ormanlık alanlarının işletilmesini vermek üzere yabancılara imtiyaz veren ilk anlaşma hazırlanarak çağrı yapıldı. Fakat ilgi yoktu, çünkü Amerika diplomatik olarak Sovyetler’i tanımayı reddediyordu. Bu sırada babası eski sosyalistlerden olan Armond Hammer isimli otuz yaşında bir genç Amerikalı gelip Lenin’le görüşmüş ve ondan çok etkilenmişti. Gelirken satabileceği birçok tıbbi malzemeyi de yanında getirmiş ve sanayiye ilgi duyuyordu. Yapılan anlaşma ile 1920-30 arasında ABD ile ilişkileri Hammer sürdürecekti. İlk olarak otuz Amerikan şirketini etrafında toplayan Hammer’in oluşturduğu ‘Amerika Birleşik AŞ’, ABD mallarını Ruslarınkiler ile takas ederek ticarete başlayacaktı.
İthalat ile yetinmeyen Lenin, Hammer’a esas ihtiyacımız olan teknoloji ve yatırımlardır, tekerler ancak böyle döner, diyordu. Hammer’in girişimiyle 1929’da Henry Ford tarafından Sovyet Ford Şirketi kurulacak ve 1932’den sonra Rus sokaklarında Ford versiyonu 100.000 adet GAZ otomobil ve kamyon dolaşmaya başlayacaktı. Yeni iktisat uygulaması Rusya’yı toparlamakta ve Lenin bundan memnundu. Esasen sosyalizme piyasa ve para yerleştirilmişti. 1923’deki son konuşmasında sosyalizm artık çok uzakta değil diyen Lenin, 1924’de hayatını kaybetti.
Lenin, dogmatik, kuralları olmayan, yeniliğe ve değişime açık siyasi anlayışa sahip insandı; komünizmin hem siyasal hem de ekonomik olarak katı değişmez kurallara göre değil, değişenlere uyarlanılarak uygulanmasını savunuyordu. Emperyalizmin şiddet eğilimli olduğunu söylüyor, 1917’de onların güçleri ve kontrolu altındaki ulusların koşulsuz olarak kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduklarını ilan ediyordu. Bu nedenle Hindistan, Türkiye, Çin ve Meksika bağımsızlık mücadelelerini desteklemiş ve savunmuştu. Şimdi farklı bir sistemi yaşamaktan mahzun kalacaktı dünya. Ruslar yumuşak başlı liderlerini kaybetmişler, artık Lenin’in başlattığı uygulamalar sürdürülmeyecekti.
Stalin’in başa geçmesi ile esnek politikalar sertliğe dönüşecekti. Bütün kaynaklar tek elde toplanmalı, tek burjuva bile yaşatılmamalı ve herşey kendi denetimlerinde olmalıydı. Sadece kendi kaynaklarımız kullanılır, bu bize yeterlidir, önce ağır sanayi olur, sonra kendimizi geliştiririz, başkasına ihtiyacımız yok, Çin gibi yanlışlık yapıp yabancılara teslim olmayalım diyordu. Stalin çiftcilere uygulanan destekleri kaldırdı. Artık böyle bir iktisat yok, eski politika sosyalizme hizmet etmediği için vaz geçtik, hızlanmalıyız geride kalırsak biteriz diyordu. Elinde tarım vardı ve ihtiyaçtan fazlasını köylülerden alacaktı. Sanayi ürünleri almak isteyenler devlete daha fazla para ödeyecekti.
SSCB’nin etrafındaki çember daraltılmış, ABD onlarla tüm ilişkileri keseceklerini ve 1921’de imzalanan ticaret anlaşmasının iptal edildiğini açıkladılar. Rusya’nın buna karşı anında yıkılacağı beklentisi vardı, fakat öyle olmadı. 1928’de Rusya’nın Sanayii Almanya’nın yarısı, ABD’nin 1/8’i kadardı. Tarımın yüzde 99’u insan ve hayvan gücü ile yapılıyor, toplam traktör sayısı 30.000 civarındaydı ve çok sert önlemler gerekiyordu. Her türlü malı kendileri yapmalıydı.
Tam bu sırada SSCB’nin kaderini değiştirecek büyük bir olay yaşandı: 1929 Dünya Krizi. Kapitalistler, temelleri sarsan bu krizden çok olumsuz etkilenmiş, bütün dünyada endişe hakimdi ve ekonomik gelişmeden faydalanamayan eşitsizler rahatsızdı. O zamanlar şimdilerde olduğu gibi değil çok az insan zenginlikten faydalanabiliyordu. Sistemin tüm kusurları böyle ortaya çıkmıştı. Ekonomiyi ayakta tutabilmek, yeniden canlandırmak için gerekli hükümet müdahalesi, Birinci Dünya Savaşı’nda 170 milyarken bu defa 250 milyar dolara patlamıştı. SSCB’de ise çarklar hızla dönüyor ve ekonomi büyüyordu. Rusya’ya göç başlamış, ABD de 100.000 kişi Rusya’ya gitmek için başvurmuştu.
Mayıs 1929 kongresinde, ilk Beş Yıllık Kalkınma Planı öyle detaylıydı ki; böyle ayrıntılı bir plan dünyada ilk defa Rusya’da yapılıyordu. Nakliyat ve satış devlet denetiminnde, mahsüle el konuyor, ithalatla sağlanan teknoloji buradan karşılanıyordu. Dışarıdan getirilen makineleri kullanacak insana ihtiyaç vardı ve 730 Amerikalı uzman çalışmak için Rusya’ya gelmişti. Traktör fabrikası kuruldu, 1929’da ve 10 ay içinde işletmeye alındı. Daha sonra Yalta’da Stalin Roosevelt’e, Rusya’da kurulan fabrikaların 2/3’ünün Amerikan teknolojisi ve 1932’de gelen 6.800 yabancı uzman ile kurulduğunu söyleyecekti.
Sanayileşme ve halkın coşkusu çok etkileyiciydi, ilk Beş Yıllık Plan, öngörülenin yüzde 62’sini aşarak yüzde 80’lere ulaşmıştı. SSCB bundan
sonra tarım değil sanayi ülkesi olacak, Avrupa’da ilk, dünyada ikinci sıraya yükselecekti. Herşeyi yapmaktan aciz-lerdi, ama şimdi teknoloji onlardaydı. 1930’dan itibaren sanayi ve makineli tarım yapılarak güçlü bir halk ekonomisi kurulmuştu. Çok kısa sürede nasıl büyüdüğü merak ediliyor, bu model örnek alınıyordu. Plan birden çok en önemli sözcük olmuştu.
Çin, Japonya’yla savaşıyor, sonunda buraya da gelecek diyen Stalin haklıydı, 1939’da İkinci Dünya Savaşı patladı. Nazilerin ilk saldırısında bir milyondan fazla insan öldü, sanayiler yıkıldı. Hitler, Rusya’nın sonunu ilan etmenin mutluluğunu yaşarken öyle olmamış, halkın büyük özverisi ve savaş makinelerini yapan fabrikaların Urallar’da 24 saat çalıştırılması sayesinde Almanya durdurulmuştu. Stalin, ‘İkinci Beş Yıllık Planda çelik sanayini, traktör fabrikalarını kurmasaydık bunu yapamazdık’ diyecekti. 1942’de Rusya’nın Uçak Sanayii Almanya’nın iki katından fazlaydı, 20.000 adet uçak üretilmişti.
Berlin’e 1945’de bayrak çekilmiş, sona eren savaşın en büyük kaybına uğrayan Almanya 10 milyon asker kaybederken, SSCB de 20 milyon kişi kaybetmişti. Dünyaya büyük bir güç olduğu kanıtlanmış, Yalta toplantısında bütün dünya SSCB’ni tanımış, dünyada artık iki süper güç kalmıştı. Durum böyleydi ama hızlı sanayileşmenin yarattığı sıkıntılar gözardı ediliyordu. Sanayide Almanya’nın önüne geçip savaşı kazanmışlardı ama binlerce insan aç ve yorgundu, sorunlar vardı. Dengeli değildi ekonomi, hafif sanayi ve tarım büyük yara almış, hayat standardı yüksel-memiş, kalite düzelmemişti. Toplam besin ve gıda miktarı yeterli değil, Çarlık döneminin bile gerisindeydi.
Savaş sonrası ortaya çıkan Soğuk Savaş Sovyetleri; hataların gizlendiği, bürokrasinin gereğinden fazla etkili olduğu, silahlanmaya, uzay ve nükleer silahlara büyük harcamalar yapıldığı bir döneme götürdü.
1957’de ilk insansız aracı uzaya gönderen Sovyetler, 1961’de Yuri Gagarin’i uzaya yollayarak ‘uzayda ilk insanı’ başaracaktı. Sovyetlerin yumuşak gücüyle, 1956’da Macaristan, 1968’de Çekoslovakya, 1981’de Polonya baskı müdahelelerine uğradı. Casuslar, sansür, kamplar ile sert ve acımasız bir güvenlik sistemi kurmuşlardı. Baskıcı rejime halkın güveni kaybolmuş, Stalin’den sonraki Kruşçev ve Brejnev’den itibaren 1984’e kadar ardarda ölen yaşlılar döneminde gelişmeler yavaşlamış, teknoloji yerinde sayıyor, SSCB değişimlere ayak uyduramıyordu.
Gorbaçov 1985’de başa geldiğinde; Sovyetler’de 50.000 adet PC varken Amerika’da 30 milyon, 10 yıl sonra 400.000’i bulduğu zaman ise PC sayısı Amerika’da 40 milyona ulaşmıştı. Bir endüstrinin yüzde 92’si ortalamanın altındayken bir süper güç olarak varlığı sürdürmesi mümkün olmasa gerekti. Gorbaçov, komunizmin yerine başka birşey koymayı değil, reform yapmayı istiyordu. Ancak Reform alttan gelen bir devrime dönüştü. Prestroyka (yeniden düzenleme) fikri başarılı olamadı, çünkü bürokratlar önünü kesti. O zaman Glasnost (açık tartışma ve demokratikleşme) yoluna başvurdu. Bu defa da birçok kişi, eskiye dönelim hanedanlık ve imparatorluk istemiyoruz demeye başlamıştı. 1991’de sertlik yanlılarının darbesi sonrası giderek çözülmeye başlayan SSCB, o tarih itibariyle tarihten silinecekti.
Ardından 1989 yaz döneminde Doğu Avrupa’da özgürlükler başladı ve Berlin duvarı yıkıldı. Bütün bunlar bir dizi birbirini tetikleyen olayların sonucuydu. İmparatorluk gereğinden fazla yayılmış, Afganistan’daki başarısızlık nedeniyle büyük kayıplar oluşmuş, sağlık hizmetleri azalmış, ölüm oranı artmıştı. Sivil ekonomik temele ve Batının ticaret ve teknolojisine çok daha fazla ihtiyaç vardı. Sistem demode oluyordu hızla. Stalin’in kurduğu ağır metal ve fabrika endüstrisi, merkezi bir yönetim sistemi kurmuş, ama esnek değildi, hizmet sektörü yoktu ve
işgücü depolamaya yönelikti. Reagan’ın kurduğu savunma sistemi zaten ekonomik sıkıntılar içinde olan siyasi rejim üzerinde müthiş bir baskı yaratmıştı. Sovyet malları ve hizmetleri dünya standardlarının çok altındaydı.
Financial Times’a göre; ‘yirmi yıl kadar önce Rusya bir süper güçtü; Çin, Hindistan ve Brezilya’ya göre daha fazla araştırma yürütüyordu. O tarihten itibaren, bilimsel gelişme sadece Çin’in değil, Hindistan ve Brezilya’nın da gerisinde kaldı’. Dağılmanın ardından ciddi bir dönüşüm sürecine ve Boris Yeltsin liderliğinde demokratikleşme ve ekonomik liberasyona yöneldiler. IMF’nin şok reçeteleri halkı öyle rahatsız etti ki, hemen rafa kaldırmak zorunda kaldılar. Ekonomik ve siyasi durum kötüleştiği için Rus milliyetçiliği ve devlet denetimi Putin başkanlığında yeniden oluştu ve canlanma dönemi başladı. Rusya artık komünist ideolojinin ve hantal merkezi sistemin etkisinden, aynı zamanda etnik bölünmeden de kurtuldu.
Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya kapalı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yapmış, mülkiyet haklarını yeniden düzenlemiş, birçok kamu kuruluşu özelleştirilmiştir. Bu sayede zengin bir sınıfın ortaya çıkmasına rağmen bu zenginlik halka asla yansımamıştır. Ekonomik alanda Medvedev döneminde; sadece petrol ve doğalgaz gibi ürünlere bağlı kalınmadan teknolojik ürünlerin gelişmesine yönelinerek Skolkovo’da bir Rus Silikon Vadisi kurulmuştur. Rus halkı, uyguladığı politikalarla siyasi istikrar ve ekonomik refah sağlayan, ‘Büyük Rusya’yı tekrar öne çıkaran Putin’i demokrasi dışı uygulamalarına rağmen halen desteklemektedir.
Bugün siyasi kurumları büyük ölçüde eksik ve yetersiz liderlik yönetimi sürdürülüyor, ‘old Russian bear’ olmada ısrar eden bir Rusya var. Güç uygulamaya meyilli, başka bir yöntem mesela diplomasi, diyalog, ikna etmek, paylaşmak, birlikte büyümek, başkalarını da sevmek ve saymak gibi ilkelere hiç
kafa yormuyor. Macaristan, Çekoslovakya, Afganistan işgalleri birer felaketle sonuçlandı. Bu ülkelerin insanları büyük ezilmelerin acılarını ve anılarını halen içlerinde taşıyorlar. Kendi ırkından, akrabalarından olan insanlara sevgi ve dostluk sunmak yerine hep aba altında sopa göstermeyi tercih etti.
Son olarak, bir haftada ele geçirebileceğini umarak tüm güçleri ile yüklendiği Ukrayna batağından salimen çıkması pek mümkün gözükmüyor. ABD hemen Rusya’nın dibindeki bir ülkeyi NATO şemsiyesi altında kendi denetimine geçirmeye çalışıyor, Rusya da buna işgalle karşılık veriyordu. Karşılıklı ambargolar tüm ülkeler arasındaki bir ekonomik savaşa dönüşmüş durumda, öncekilerde olduğu gibi herkes bu savaştan zarar görecek, savaşın kazanan tarafı olmayacaktır.
Süleyman A.Doğan, Kendime Makaleler, 04.23, İstanbul