Genel

ÇİN’İN ÖYKÜSÜ 

Dünya ekonomisinin en büyüğü Çin’in üstünlüğü 15.yüzyıla kadar sürmüştür. Kağıt, barut, pusula, ipek, tekstil, seramik ve matbaa (tipo); Çin’in dünyaya hediye ettiği büyük buluşlarıdır. 15.yüzyılın başından itibaren Atlantik Okyanusu’nun geçilmesi, Pasifik’teki yolculuklar, Dünya’yı tamamen birbirine bağladı. Güney Amerika’daki Potasi, Filipinler’de Manila, Güneydoğu Çin’deki Yuegang gibi şehirler  canlı ve önemli bağlantıları olan merkezler haline geldi. Bu esnada tatlı patates ve mısır da Çin’e ilk olarak geldi.  

Çok büyük ve görkemli gemi filoları, 1405-33’de Çin’den denize açılıp Ming Hanedanı emriyle, Zheng He adlı amiralın kumandasında, adaların arasından ve Güneydoğu Asya kıyılarından geçerek Hint Okyanusu’na, oradan Güney Afrikaya ulaştılar. Gemiler değerli madenlerle ve eşyalarla doluydu ve geçtikleri her yerde hem merak, hem de korku yaratıyordu. Zheng’in ahşap gemileri; paslanmaz çivileri ve su geçirmez bölmeleri gibi yeni teknikleri içeriyor, uzunluk 90 metreyi, genişlik 45 metreyi buluyordu. Zheng’in filosundaki 317 gemi, o zamanın en büyüğü olan İspanyol armadasının iki katıydı. Ancak gemilerin bu büyük seferleri, Çin’in siyasi iç çatışmalarında hedef haline gelmiş, bir grup bu seferlere karşı çıkıyor, ne gerek var diyordu. İmparator ve oğlu da onlara katılınca büyük deniz seferlerine son verildi ve Çin 19.yüzyıla kadar bir daha uzaklara gemi göndermedi. Neden. 

Çin o zamanlar Avrasya’nın geri kalanından o kadar ilerideydi ki, diğer ülkelerin hammaddeleri dışında onlara sunabilecekleri, masrafa ve zahmete değecek bir şeyleri yoktu. Yani önemli bir gerekçeleri yoktu. Zheng He’nin yolculukları bir  kırılma noktası oldu ve Ming Hanedanı 1368’de başa geçince özel deniz ticaretini yasakladı. İmparator kendi ticaretlerini yapıyorken başkalarının yapmasına izin vermiyor, keşif ve ticaret kısıtlanmıştı. Ancak, daha sonra Çin’in ciddi para sıkıntısı yaşamaya başlamasıyla, Ming yasakları kaldırdı, onun desteğiyle yeni nesil gemiler sulara indi. Kısa süre sonra da İspanyol kalyonları Çin’e gümüş taşıyıp ipeklilerle döner olmuştu. 

Ming ticaretten kazanç elde etmek istiyordu, ama yabancı tüccarları istemiyordu, çünkü açık ticaretin kaosa neden olacağının korkusu vardı. Vergi sistemiyle yabancılara kısıtlamalar getirdiler. Ne var ki, ticaret öylesine çekiciydi ki; kaçakcılık ve yasa dışı ticaret baş döndürücü patlama yaratmıştı. Dünyanın en zengin, teknolojik açıdan en gelişmiş ülkesi Çin, sınırlarındaki kontrolu kaybetti. Gümüşe fena halde ihtiyaç duyan Ming İmparatoru pes ederek, 1567’de ticaret yasağını kaldırdı. 

Önceleri kağıt para basarak işlerini idare eden imparatorlar enflasyonla baş edemeyince, isteksizce de olsa, gümüş sistemini kabul ettiler. Sekiz yüz yıldır hasatlarının bir kısmını vergi olarak veren vatandaşlara onun yerine, gümüşle ödemelerini emretti ki; bu büyük miktarda gümüş yığınlarına ihtiyaç demekti. Talep müthiş artmıştı, ama Çin’in gümüş ve bakır kaynakları bitmişti. En yakın gümüş kaynağı Japonya, onunla da araları iyi değildi. Böylece, gümüş için kaçakcılara yok pahasına porselen ve ipeklerini satıp onlardan vergilerini ödeyebilmek için gümüş satın almaya başladılar. Binlerce Çinli uzak mesafelere yayılarak ticarete başlamış ve gümüş peşinde iken; Çin’in imdatına Amerika’nın keşfi yetişti. İspanyolların kalyonları gümüşle doluydu. Columbus onlara bir mucize yaratmıştı. Sıradan madenlerdeki gümüş oranı oldukça azdır, ama And Dağlarında, Potasi’deki dağ çıkıntısında ise  yüzde 20 oranında gümüş bulunmuş ve bu gümüş akışı bütün gezegenin ekonomisini değiştirecekti. 

Fujian, kalyon ticaretinin Çin istasyonu, İspanyol gemileri Meksika’dan gümüşü buraya getirip mallarıyla geri dönüyorlardı. Asıl ticaret İspanyol kolonicilerinin Çinli tüccarlarla ilk karşılaştıkları Filipinler’de olacaktı. 1580’lerde Yuegang her bahar Filipinler’e yirmiden fazla yelkenli gönderir, her gemide yüklü mallarla birlikte 500 kadar tüccar oluyordu. Başta ipek, porselen olmak üzere; pamuk, şeker, kestane, fildişi, mobilya,  değerli taş, büyükbaş hayvanlar, atlar, portakal, un… yani Avrupa’ya yarayacak ne varsa getirilecekti. Yolculuk tehlikeli ve korsanlar sürekli pusuda, ama Çinliler, İspanyol gümüşü için normalden iki misli fazla ödemeye, buna karşılık ipek ve porseleni ucuza satmaya razıydı. 

İspanyol hanedanı, bu kalyon ticaretinin büyüklüğü karşısında dehşete düşmüştü. Çok fazla gümüş gönderiliyor, bir o kadar da ipek, porselen ve mal getiriliyordu. Amerika kıtasından çıkarılan gümüşün üçte ikisi ila yarısı böylece Çin’e gitti. Hanedan çok öfkelendi, çünkü Kral bu gümüşü İspanya’nın savaşlarında malzeme satın almak ve birliklere ödeme yapmak için kullanmak istiyordu. Yetkililerin, kalyon ticaretini azaltmak için her yıl yalnızca iki kalyonun Pasifik seferine izin verileceğini ilan etmesine karşı, tüccarlar daha büyük gemiler yaptılar. Yeni kalyonlar elli tonun üzerinde gümüş taşıyabilen muazzam birer deniz kaleleriydi. Yani Meksika gümüşünün Çin’e kaçak girişini durduramamışlardı, çünkü gümüş ticareti çok karlı bir işti. 

İspanya’nın kendinde ve Meksika kolonisinde kumaş endüstrisi vardı, ama Çin’in ipek endüstrisi öyle büyüktü ki, Çinle rekabet edemiyordu, zira Çin köyleri arı kovanı gibi çalışan ipek malikaneleriydi. Paniğe kapılan Avrupalı tekstilciler, tehdit altında olduklarını ve bu malların Çin’den ithalatının kısıtlanmasını istediler. Her türlü tedbire, desteğe rağmen Çin tüccarları, Manila’daki İspanyolların yardımıyla her tür engeli aşmanın bir yolunu buluyorlardı. 

İpek ticaretinden gelen gümüş, Ming hanedanı için zenginlik ve güç kaynağı haline gelmiş, Çin Seddi onarımının büyük bir kısmı ve askeri projelerin yapımında bu paralar kullanılmıştı. Ama ticari faaliyetlerin gelişmesine izin veren para, enflasyona da yolaçtı ve bu da en çok yoksulları vurdu. Ayrıca  İmparatorun tam olarak kontrol edemediği bir güç haline gelmişti. Çin’e Avrupa’ya olduğu gibi, o kadar çok gümüş getirildi ki, sonunda gümüş değerini kaybetti. 1640’lara gelindiğinde gümüş sıradan mallardan farklı değildi. Ming hanedanı aniden para sıkıntısı yaşadı ve savunma harcamalarını karşılayamaz hale geldi. Ming hanedanının çöküşünden sonra  Çing hanedanı başa geçti. 

Columbus’un hediyelerinden biri Çinlilerin hayatını hızla değiştirecek bir bitki: onlarda bağımlılık yapan ’mutluluk otu’, yani tütündür. Ming’in askerleri tütünü severek kabul ettiler, şık zenginler tütünle gösteriş yapıyor, erkekler pipo içmeden yemek yiyemez, sohbet edemez, hatta hiç düşünemez oldukları için övünüyorlardı. Columbus’un diğer hediyeleri olan ve Çin’in gıda maddelerini değiştirenler: tatlı patates, mısır, yerfıstığı, acı biber, ananas, kaju ve manyok oldu. Bütün bunlar Filipinler üzerinden ya kaçak gelmiş, ya da Hollandalı ve Portekizli tüccarlar tarafından getirilmişti. 

16.yüzyılda Çin, dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birine sahipti ve bu insanları besleyebilmek için dünyadaki tarım arazilerinin onikide birine ihtiyaçları vardı. Pirinç ile buğday, Çin yemeklerinin en az yarısında vaz geçilmezdi, ama yeterli sayıda sulu arazileri olmadığı için bu ürünler yeterince yetiştirilemiyordu. Çin’de çok sayıda çöl, az sayıda göl vardır ve yağışlar çok düzensizdir. Sadece iki büyük nehir var: Yangzi ve Huang He (Sarı nehir). Büyük su baskınlarına neden olan bu nehirleri kontrol edebilmek, arazileri sulamak için imparatorlar devasa, karmaşık baraj ve kanal sistemleri yapmışlardır. 

Nüfusunun büyüklüğüne oranla çok az miktarda iyi tarım arazisi bulunan Çin, yenilebilir yeni bitkiler getiren Colombus lütfuna çok şey borçludur. Hepsi de Çin yaşamının bir parçası haline gelecek ve öyle de kalacaktı. Günümüzdeki Çin, dünyadaki tatlı patateslerin dörtte üçünü yetiştirir ve ABD’den sonra ikinci en büyük mısır üreticisidir. Tatlı patatesin tam zamanında gelmesi, Fujian için büyük bir şans olacaktı, zira 1580-90 yılları, Çin’deki Küçük Buzul Çağı’nın yoğun olduğu dönemdi. Şiddetli seller yirmi yıl boyunca Fujian’ın pirinç tarlalarını harap etmiş, aileler ağaç kabuğu, ot, böcek yemek zorunda kalmıştı. Ne var ki, tatlı patates imdatlarına yetişmiş ve insanların beşte dördü onunla beslenebilmişti.  

Ming askerlerinin dağılıp korsanlara dönüşmesi üzerine; onların gıdasını kesmek amacıyla Çing hanedanı, 17.yüzyıl ortalarında, sahil şeridinde 4.000 km boyunca uzanan sakinleri iç kısımlara göçe zorladı. Kıyı şeridinden 80 km içeriye kadar uzanan bölgede 30 yıl boyunca yerleşim olmadı. Bu insanlar dağlara doğru göç ediyor, pirinç yetiştirmek için çok dik ve kuru olan dağlık alanları kiralıyordu. Bitki örtüsünü kesip yaktılar ve satmak için indigo gibi bitkiler yetiştirdiler. Birkaç yıl sonra zayıf dağ toprağı tükenince, başka yerlere göç ederek topraksız kaldılar ve fakir düştüler. Bu defa da vergi avantajları ve ucuz arazi çekiciliğine kapılan diğer doğu halkları buradaki dağlık bölgelere yöneldi, ama onlar da aynı zorlukları yaşadılar. Neyse ki, mısır çok verimsiz topraklarda tutunabilip çabucak büyüdüğü için bu dağ köylülerinin kurtarıcısı olacaktı, zira tatlı patatesler mısırın bile yetişmediği yerlerde yetişebiliyordu. 

1839-42 İngiltere ile Çin arasında afyon savaşlarının yaşandığı yıllardır. Hindistan’dan yönetilen  bu savaş ve afyon ticaretiyle Çin halkını afyona alıştırarak, onları hem sömüren hem de sadece kendileriyle ticarete zorlayan ve çay alıp afyon satan İngilizler bu işten müthiş para kazandı. Önceleri ilaç niyetine kullandığı afyon ile Çin halkını silahsız ele geçiren İngilizler, böylece iş göremez hale getirilen büyük bir nüfusun canlanmasını ve ilerlemesini 30 yıl geciktirdi. Bu iş böyle gitmez diyen Çin, afyonu yasaklayıp Kanton’da denize dökünce; bunu serbest ticarete aykırı sayan İngiltere Çinle savaşacak, kaybeden Çin, Nanking anlaşması ile Hong Kong’u 99 seneliğine İngiltere’ye bırakmak, Shanghay’ı onlara açıp her türlü malın getirilmesine izin vermek zorunda kalacaktı. 1856’da ikinci afyon ve uyuşturucu dönemi böyle başlamıştı.  

Zamanla bu anlaşmalar aksayıp Çinliler yabancıları ülkelerinden atmak isteyeceklerdi, fakat onlar da elde ettikleri imtiyazları geri vermeye niyetli olmadıkları gibi bunları da az buluyorlardı. Böylece başlayan ayaklanmaları bastıran İngiliz ve Fransızlar, 1858 anlaşması uyarınca, yeni haklar elde ettiler. Bir müddet sonra aynı imtiyazlar ABD ve Rusya’ya da tanınınca Çin’de durgunluk dönemi başladı. 

Yaklaşık ikibin yıl Çin’in nüfusu çok yavaş artmaktaydı. Ama  bu durum Çing hanedanı sırasında ve sonrasında değişecek, Amerikan mahsülleri sayesinde beslendikleri için 18.yüzyıl sonuna kadar Çin’in nüfusu hızla artacak, neredeyse iki katına yani 350 milyona ulaşacaktı. Bu nedenle gıda ihtiyacı artacak ve daha çok ekili alanlar gerekecekti. Ancak, bu artışın kötü sonuçları olacak, dik yamaçlardaki ağaçlar kesilince yağmur suyu bayır aşağı akacak ve topraktaki besinlerini de beraberinde götürecekti. Zira mısır tarımına dair hiçbir bilgisi olmayan bu insanlar yamaçlarda taraçalar yapmayı akıl edememiş, kül ve gübre kullanmayı bilmiyorlardı. Hatta toprağı sürecek alet edevattan yoksun insanlar, ellerindeki sopalarla oydukları çukurlara tohumlarını ekip dikiyordu. 

Ne var ki tepelerdeki ormansızlaşma, nehir boyunca düzlüklerde afetler yaratmış, yağmur, ağaçlar tarafından emilmek yerine tepelerden aşağı sel olup inmişti. Irmaklar yükselip yıkıcı sel baskınlarıyla yataklarından taşmış, aralıksız süren seller, kıtlık ve kargaşaya yol açmış, hasarlarının onarımı devletin kaynaklarını kurutmuştu. Ming hanedanını deviren Amerikan gümüşüydü, şimdi de Amerikan bitkileri sendeleyen Çing hanedanı’nın temelini yıkmaya yardımcı olacak ve Hanedan 1911’de yıkılacaktı. Bu süreçte ortaya çıkan Komünist Parti ile Milliyetçi Parti arasındaki ideolojik faklılıktan dolayı Ülke, kısa sürede iç savaşa sürüklendi ve savaştan galip çıkan Komünist Partisi lideri Mao Zedong 1949’da, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti.  

Mao’nun 1957’de açıkladığı ‘İleriye Doğru Büyük Atılım’ programının amacı, Çin ekonomisini tarımsalın dışına çıkarmaktı. Mao Zedong, Dazhai’nin gıda üretiminde başarısıyla çok memnun, komünist partinin yerel yöneticisi de devlet desteğini reddedip tepelerin zirvesine kadar taraçalar yaptırmıştı. Bodur ağaçları kesip yamaçları taraçalara bölmüş, ekebildikleri her şeyi ekmişlerdi. Ama, Dazhai taraçalanması Lös Platosunda aynı şekilde başarılı olamamış, zira Huang He’ye akan toprak erozyonu üç kat artmıştı. Mao Zedong’un burada giderek daha fazla arazinin Dazhai tarzında temizlenmesine emir verince, sadece topraklar sıkıştırılarak yapılan taraçalarda, toprak fazla parçalandığı için erozyonu artırıyordu. Sonuçlar çok vahim ve aşikardı: Topraktaki besin maddeleri yok oldukça hasatlar düşüyor ve çok sayıda çiftçi göçe zorlanıyor, kurak toprak uçuştukca çöl toprağı artıyordu. Coğrafyacı Vaclav Smil ‘bir çocuğun bile korkunç aptallık olduğunu anlayabileceği projelerde on milyonlarca insanın gece gündüz çalışmaya zorlanması, tarihteki en büyük insan emeği israflarından biri olmalı. Dik yamaçlarda ağaçları kesmek ve tahıl ekmek, nasıl iyi bir fikir olabilirdi ki.’ Mao’nun programı tam bir felaketle sonuçlandı ve tarihin en büyük kıtlıklarından birine sebep oldu. Kıtlık boyunca 30 milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir. 

Bu başarısızlığı üzerine Mao, bu defa Kültür Devrimi’ni ortaya atacaktı. Kültür Devrimi ‘Geçmişe ait dört eskiyi’ yıkma temeline dayanmaktaydı: Kültür, Fikir, Alışkanlıklar, Gelenekler. Mao yanlısı Kızıl Muhafızlar bu süreçte; birçok müze, tapınak ve tarihi yerleri yıktılar ve bazı kitapları yaktılar. Amaç toplumda komünizmi tehdit eden anti devrimci ne varsa onu yok etmekti. 

Parti içindeki çekişmelere rağmen başta kalan Mao döneminde; sanayi, ulaştırma, bilim ve teknoloji gibi ekonomik alanlarda; atom enerjisi, uçak ve otomobil teknolojisi, ağır ve hassas ağır makineler, elektrik donanımı, bilgisayarlar, yarı iletkenler ve otomasyon gibi önemli gelişmeler de kaydedildi. Demiryolları, köprüler yapıldı, büyük ve teknolojik açıdan gelişmiş işletmeler kuruldu. Yanı sıra uzaya uydu gönderildi. Demir-çelik ürünleri, alaşımlı ve kaliteli çelikler, madencilik ile metalurji donanımı ve demir dışı metaller üretilmeye başlandı. İngiltere’den daha fazla çelik üretmeyi hedefleyen Çin’de kurulan tesisler derme çatma ve ürünlerinin kalitesi işe yarar endüstriyel nitelikte değildi. 

Bu atılımlar sayesinde, 1957’nin sonuna kadar Çin’in mali ve ekonomik durumunda iyileşmeler sağlanmış, birçok önemli sanayilerde ve tarım üretiminde rekor düzeye ulaşılmıştı. Ancak bu dönemde Rusya ile Çin arasının bozulması üzerine Sovyetler Birliği, Çin’e yaptığı yardımları kesmiş, Kore’de çıkan savaşta Kuzeyi destekleyen Mao, BM güçlerinin yaptığı çıkarmayı Batı ile savaşmak için fırsat olarak görmesine rağmen burada büyük kayıplar vererek geri çekilmişti. Bu gelişmeler Çin toplumunda maddi kayıplara ve büyük kargaşaya yolaçacaktı. 

1972’de önemli bir olay yaşanacak, Çin-Sovyet ayrılığının zirvesindeki Mao ile ABD başkanı Richard Nixon Pekin’de bir araya gelince Coca Cola’nın Çin’e girmesi bir sembol olacaktı. ABD ile diplomatik ilişkiler başlamış, bunun sonucunda Çin BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine kabul edilmişti. 

Mao Zedong 1976’da ölmüş, iktidar mücadelesinde bulunanların bir kısmı Mao’nun devrimci kitle seferberliği siyasetine devam edilmesini isterken diğer grup, Sovyet modelinde olduğu gibi merkezi planlamayı savunmaktaydı. Bu arada Kültür devrimi programı da aşamalı olarak terk edildi. Reformistlerin lideri Deng Ziaoping Çin ekonomisinin faydacı siyaset izlemesini savunuyor, ekonomik ve siyasi gelişmelerde ideolojinin belirleyici olmasını reddediyordu. ‘Kedi ister beyaz olsun, ister siyah; fare yakalayabiliyorsa iyi bir kedidir’ sözüyle görüşünü özetliyordu. Sonuçta Deng iktidar savaşını kazanarak başa gelecekti ve Maoculuk tasfiye edilecekti. Böylece 1970 sonundan itibaren Deng, geniş ekonomik reformlarla Çin’i küresel ticarete açacak ve Çin’de sosyalist bir piyasa ekonomisinin işlemeye başladığı, günümüzde de Çin’in devam ettirmekte olduğu ekonomik büyüme süreci, ivmelenip hız kazanacaktı.  

İlk önce 1978’de, Çin ile Japonya arasında ‘Barış ve Dostluk’ anlaşması imzalandı ve Deng Japonya’yı ziyaret etti. Böylece Mao’nun ölümünden iki yıl sonra Çin, Batı’ya açılıyordu. Aynı yıldan itibaren Amerika ile yakınlaşmaya başlayan Çin, oradan silah satın alımına başlayacaktı. Nihayet 1980 başlarında, Çin pazarındaki büyüklüğün çekiciliğine kapılan ABD, bu pazara girmek için Çin’e büyük ekonomik imkanlar tanıyıp kendi Pazarlarını da Çin’e açıyordu. Bu sayede çok sayıda Çinli Amerikan üniversitelerinde okuma veya doktora yapma fırsatı bulacak ve Çin’e bilgi akışı hızla artacaktı. 2000’li yılların ortasında Çin üniversitelerinin bir kısmı teknoloji üretip Batı’yla rekabet eder düzeye gelmişti. Çin’e uluslararası rekabet gücü kazandıran asıl unsur, kalabalık nüfusun Batı’da bedava sayılabilecek ücretlerle çalışmayı kabul etmesi olacaktı. İlk endüstriyel ürünler çok basit ve kalitesi kötü olmasına rağmen Batı’da pazar bularak çok düşük fiyatlarla satılıyor ve fabrikaların kapanmasına neden oluyordu. Batı’da üreten şirketler Çin’in fiyatlarıyla rekabet edemeyince önce ürünlerinin parçalarını Çin’de üretmeye başladılar, bu da yetersiz kalınca fabrikalarını Çin’e taşıdılar. Çin’e taşınan bu fabrikalar bilgi birikimlerini de beraberinde götürdüler. Çin’de önce markalı ürünlerin taklitleri, daha sonra da taklitlerin taklidi üretildi. Bu karmaşa ve kuralsızlık içinde Çin’in üretim bilgisi ve ürün kalitesi giderek artacaktı.  

Çin’in endüstrileşmesi tarım alanlarını daraltacaktı. Çok büyük nüfusu beslemek zorunda olan Çinliler gelirleri artınca tüketim eğilimlerini değiştirdiler, sadece pirinç yiyerek yaşayanlar, artık tahıl, et, sebze ve meyve tüketmeye başlayınca da ihtiyacını karşılayamayan Çin gıda maddelerini ithal zorunda kalacaktı. Çin’deki tahıl tüketiminin yüzde on artışı bile ABD, Avustralya, Kanada, Brezilya, Arjantin gibi gıda ihracatcıların tüm üretimiyle dahi karşılanamazdı. Çin zenginleştikçe doymak için Batı’ya daha fazla bağımlı oluyor ve ithal ettiği ürünlerin fiyatı hızla artıyordu. Benzer şekilde hammaddelerdeki yetersizlik de Dünya metal piyasalarının hızla ve çok büyük oranlarda yükselmesine neden olmuşlardı. 

1981’de hükümet, ormansızlaşmayı durdurmak için, fiziksel engeli olmayan, onbir yaşından büyük her vatandaşın mümkün olduğunca yılda en az üç ila beş ağaç dikmesini talebetmiştir. Dünyanın en büyük ekolojik projesini başlatan Pekin’in hedefi, Çin’in Kuzey, Doğu ve Kuzeybatısına 4.500 km uzunluğunda bir dizi ağaç dikmektir. 

1990’dan itibaren Çin ekonomisi her yıl yüzde 11.2 civarında büyüdü 1997’de HongKong, 1999’da Makao Çin Cumhuriyeti’ne devredildi. 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne resmi olarak katılan Çin’in 2000’li yıllardaki kalkınması tüm dünyada önemli bir konu haline geldi. Çin’deki hızlı büyüme sayesinde; Çin artık komünist politikaları sıkıca izlemekten vazgeçmiş, hatta ülkenin gelişimini daha da hızlandırmak için kapitalist sayılabilecek politikalar uygulanmaktadır. 

2010’lu yıllarda Dünya’nın en büyük ekonomisi haline gelen Çin, başta gıda ve petrol olmak üzere hammaddelerini ve talep ettikleri ürünlerini temin etmek, ürettiklerinin fazlasını satmak için mümkün olan her ülkede yayılmaya ve işbirliği yaratmaya çalışıyor. Vahşi kapitalizmin bencilliğinin yerine daha yumuşak win-win politikasıyla sağladığı yatırımlarıyla müttefiklerinin sayısını giderek artırıyor. Bu amaçla Çin, 2013’den itibaren 300 milyar dolardan fazla harcama yaptığı ‘Belt and Road Initiative – BRI veya Bir yol Bir Kuşak Projesi ile tarihi İpekyolu’nu tekrar canlandırmaya çalışıyor. 

Süleyman A.Doğan, Kendime Makaleler, 04.23, İstanbul