Genel

MATERYALİZM NEDİR

Diyalektiğin babası denilen Heraklitos: Hiçbir şey hareketsiz değildir; her şey akar; aynı ırmakta iki defa yıkanılamaz, çünkü ırmak ardarda gelen iki an içinde asla aynı ırmak değildir; bir andan ötekine değişmiş; başka olmuştur. Heraklitos ilk olarak, hareketi, değişmeyi açıklamaya çalışırken; nesnelerin evriminin nedenlerini çelişkide görür.

Ne var ki, Antikçağa büyük bir düşünür, daha ziyade idealist Aristoteles egemendir ve etkisi çok büyük olmuştur. Evrensel bir kafa yapısında biri olarak bütün konular üzerinde sayısız kitaplar yazmıştır. Yalnızca idealist eğilimleri anılan, ama materyalist ve bilimsel yönleri üzerinde hemen hiç durulmayan Aristoteles, bilgisinin evrenselliğiyle Ortaçağın sonuna kadar, yirmi yüzyıllar boyunca, felsefe anlayışında çok etkili oldu.,

Öyle de olsa; Ortaçağın sonlarına doğru 11.ve12.yüzyıllarda İngiltere’de ve Fransa’da, maddeyi yadsıyan idealistler ile maddi bir gerçeğin var olduğunu düşünenler arasında savaş başlayacaktı. İlk materyalizmin geliştiği yer İngiltere’dir. Marx Materyalizm, Büyük Britanya’nın gerçek çocuğudur der. Kısa bir süre sonra materyalizm Fransa’da da gelişecek, ikisi birlikte 18.yüzyıl materyalizminin gelişmesinde büyük katkılarda bulunacaktır.

İngiliz materyalizminin gerçek atası Bacon’dır. Doğa deneyine dayanan bilim, onun gözünde gerçek bilimi oluşturur ve duyulur fizik, gerçek bilimin en soylu kısmıdır. Bilimlerin incelenmesinde, deneysel yöntemin kurucusu kabul edilen Bacon, Doğa’nın Büyük Kitabı ile skolastiğe, bu donmuş öğrenime karşı çıkıyordu.
Daha sonra fikirlerin deneyimden nasıl geldiğini kanıtlamaya ilk girişen Locke, bütün fikirlerin deneyimden geldiğini ve bize, fikirlerimizi yalnız deneyimin verdiğini gösterdi. Locke’nin bu fikirleri Fransa’ya girdikten sonra oradaki filozoflar çalışmalarını büyük Ansiklopedi’de topladılar ve materyalizmin yeni yönünü belirlediler. Bu felsefe sonucunda Diderot, Marx ve Engels’ten önceki en büyük düşünür olacaktı. Lenin’in çağdaş (diyalektik) materyalizmin sonuçlarına hemen hemen ulaştığını söylediği Diderot, her zaman Kilise’ye ve topluluklara karşı savaşmış, zindanları tanımıştır.

Ne var ki 19.yüzyıl ilk yarısında tarihi olaylar nedeniyle, materyalizmde bir gerileme yaşanıyor, tüm ülkelerin burjuvazisi idealizm ve dinden yana büyük bir propagandaya girişerek düşünürleri adeta sindiriyordu. O sırada, Almanya’da Fuerbach materyalizmi açıkça ve yeniden gündeme getirip dinin eleştirisini kökünden geliştirerek materyalizmin unutulmuş olan temellerini sağlıklı ve gününe uygun bir biçimde yeniden ele alıyor, böylece çağının filozoflarını etkiliyordu.
Önceleri İdealist Hegel’in etkisinde kalan Feurbach, kısa bir süre sonra bütün dinlerin antropolojiye indirgenmesi ve her spekülatif düşüncenin maddeci açıdan eleştirilmesiyle ona karşı çıkmıştı. Tanrı’nın gizinin gerçekte insanın özü olduğunu, dinin insanın kendisini düşünmesinin en yüksek noktasını oluşturduğu, hayali düşünceyi insanın gereksinimlerini temel alan bir ahlak anlayışı açısından eleştirmek gerektiğini savunan Fuerbach, bu görüşleriyle geçen Hegelcilerin, özellikle Marx’ın ve Engels’in en çok önem verdikleri düşünür haline geldi.

Feurbach’a göre madde; aklın bir ürünü değildir, ama akıl maddenin en yüksek bir ürünüdür. Feurbach ayrıca bana göre materyalizm insan özünün ve bilginin temelidir der. Feurbach’dan etkilenen Marx ve Engels çağdaş materyalizmi geliştirecekler, ama henüz bilimlerin yetersizliğiyle diyalektik materyalizm ötelenecekti, zira ilk önce bilimleri yaratmak ve geliştirmek gerekiyordu. Fakat bunun için de uzun yıllar gerekecekti.

Marxizm öncesi materyalizm insan eyleminin bilincinde değil, o çağda insan ortamın bir ürünü diye düşünülüyordu. Oysa Marx, ortam insanın bir ürünüdür ve öyleyse insan da başlangıçta bilinen bazı koşullarda kendi öz etkinliğinin ürünüdür diyordu. Çünkü mevcut bilgiler dünyayı ve şeyleri metafizikten başka bir yöntem kullanarak kavrayabilmek için yeterince ileri gitmemişti.

Tarihi materyalizm tarihin bilimi ya da toplumsal olayların bilimi olarak da bilinir. Maddi yaşamın üretilme tarzı toplumsal siyasal ve düşünsel yaşam sürecini genel olarak belirler. Engels şöyle der: Üretim ve üretim sonrası ürünlerin mübadelesi her tür toplum düzeni temelini oluşturur. Tarih boyunca toplumlarda ürünlerin paylaşımı ve onunla birlikte sınıfların ya da zümrelerin oluşması, üretilmiş olana, bunun üretilme tarzına ve üretilmiş şeylerin paylaşım biçimine göre düzenlenir. Bundan ötürü bütün toplumsal değişimlerin ve siyasal altüstlerin nedenlerini; insanın hafızasındaki gerçeği ve adaleti daha iyi anlamalarında değil, üretimde ve mübadele biçimlerinde aramak gerekir.

Dünya’yı mutlak fikrin, evrensel tinin, bilincin cisme dönüşmesi olarak düşünen idealizme karşılık, Marx’ın felsefi materyalizmi; dünyanın doğası gereği maddi olduğu, evrenin sayısız olaylarının hareket halinde maddenin başka başka görünümleri oldukları, diyalektik yöntemin ortaya koyduğu gibi, olayların bağıntılarının ve birbirlerini karşılıklı koşullandırmalarının, hareket halindeki maddenin gelişmesinin zorunlu yasaları oldukları, dünyanın, hareket halindeki maddenin yasalarına göre değiştiği ve hiçbir evrensel tin’i gereksinmediğinden hareket eder.

Materyalizm ve İdealizm birbirleriyle bağdaşmayan fikirlerdir, ancak bir birlik oluştururlar ve iki zıtlık gibi ayrılmaz bir şekilde birbirlerine bağlıdırlar. Materyalizmin her ilerlemesi idealizme indirilmiş bir darbe, materyalizmden her uzaklaşma idealizmin bir ilerlemesi olmuştur. Bu zıtların birliği, aralarındaki şavaşımın kaçınılmaz olduğu, ikisi arasında hiçbir sentez, hiçbir uzlaşma olmayacağı anlamına gelmektedir. Madde ile hareket arasındaki ilişkiler, idealizm ile materyalizmin sınırlarını belirler. İdealizme göre hareket, dinamizm, etkinlik, yaratıcı güç sadece ruha aitken; materyalizmde ise hareket maddenin temel özelliğidir.

Buna paralel Darwinizm de canlıların nasıl oluştuğu sorusunun, sadece maddesel faktörlerle, maddenin kendi içindeki rastlantısal etkilerle açıklanabileceğini iddia ediyordu.

Sonuçta Marxizm tüm gerçekliğin özünün madde olduğunu, bilincin maddeyi değil maddenin bilinci yarattığını ortaya koyar. Başka bir deyişle düşünce ve düşünce kaynaklı olduğu söylenen herşey -sanatsal, bilimsel fikirler, hukuka politikaya, ahlaka vb ilişkin fikirler- tüm bunlar gerçekte maddi dünyadan kaynaklanır. Bilinç, yani düşünce ve düşünce süreçleri beynin bir ürünüdür. Beynin kendisi de, fikirler de, canlı maddenin gelişmesinin belli bir aşamasında ortaya çıkmıştır. Yani onlar da maddi dünyanın birer ürünüdür.

Dolayısıyla insan bilincinin ve toplumunun gerçek doğasını anlamak için, Marx’ın ortaya koyduğu gibi mesele; insanların söylediklerinden, hayal ve tasavvur ettiklerinden değil, gerçek ve faal insandan hareket ederek gerçek yaşamlarını temel alarak bunların ideolojik yansımalarını, yankılarının gelişimini anlayıp göstermek suretiyle elle tutulur canlı insana ulaşmaktır. İnsanın zihnindeki inanılmaz hayaller bile ampirik olarak gösterilebilen ve maddi temellere dayanan maddi yaşamların doğurduğu imgeler olmak zorundadır. Böylelikle ahlak, din, metafizik ve her çeşit ideoloji ile bunlara tekabül eden bilinç şekilleri bağımsız görünümlerini kaybederler. Bunların tarihleri yoktur, gelişmeleri yoktur, ancak insanlar maddi üretimlerini ve maddi ilişkilerini geliştirip kendi öz gerçekleri ile birlikte düşüncelerini ve düşünce ürünlerini değiştirirler. Yaşamı belirleyen bilinç değildir, bilinci belirleyen yaşamdır, bizzat gerçek yaşayan bireylerdir, bilinç yalnız onların bilinci olarak ele alınır.

Dolayısıyla bir materyalist sadece fikirler için değil, maddi olguların kendileri için açıklama arar ve tanrılar vb doğa ötesi müdahale odaklarına değil maddi nedenlere bakar. Bu Marxizmin çok önemli bir yolu olup onu kapitalist toplumda yerleşmiş olan diğer düşünme yöntemlerinden ve mantıklardan ayırır.
17.ve 18. yüzyıllarda Avrupa ülkelerinde bilimsel düşüncenin gelişmesi gerçekten çelişkili bir nitelik sergiledi ve bu hala burjuva teorisyenlerin tipik yaklaşım biçimidir. Bir yandan materyalist yönteme doğru bir gelişme vardı. Bilimciler nedenleri arıyordu. Doğal olgulara tanrı takdiri mucizeler olarak bakmakla yetinmiyor, onlar bir açıklama arıyorlardı. Ama aynı zamanda bu bilimcilerin henüz tutarlı veya üzerinde çalışılmış bir materyalist anlayışları yoktu. Genellikle doğal olgular üzerine yapılan açıklamaların ardında işin sonunda tanrının elini işbaşında görüyorlardı.

Böyle bir yaklaşımla maddi dünyanın esasen kendi dışındaki güçlerce belirlendiğini ve gerçek dünyadan bağımsız varolabildikleri için bilincin veya fiillerin önde geldiğini kabul etmek veya en azından buna açık kapı bırakmak anlamına gelirdi ki; bu anlayış Materyalizmin felsefi karşıtı idealizm demektir. Bu yaklaşıma göre insanlığın ve toplumun ve de sanatın, bilimin vs gelişimini belirleyen maddi süreçler değil fikirlerin gelişimi insan düşüncesinin mükemmelleşmesi veya yozlaşmasıdır.

Bu yüzden yalnız geçmişin değil, bugünün en büyük bilimcilerinin ve düşünürlerinin eserlerinde bile materyalist ve idealist fikirleri nasıl kendi kafalarında karmakarışık ettikleri görülebilir. En yetenekli bilimcilerden bazıları dahi bilimsel olarak gerçekten geri olan ve bilimden ziyade büyü ve batıl inanca daha yakın olan bu tür idealist fikirlerle materyalizmi harmanlaştırmış durumdadır.

Süleyman A.Doğan
(Bir alıntıdan alınarak özetlendirilerek biçimlendirilniş bir makaledir)